Cilt:7, Sayı:33
Konuya girmeden önce, tekke, zaviye, hankâh, dergâh ve âsitâne tabirleri üzerinde durmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Adı ne olursa olsun asırlarca tekke, zaviye, dergâh vs. tasavvufî düşüncenin, anlayış ve terbiyenin, insanı nefsanî duygulardan arındırmanın gerçekleştirildiği tarikat yapılarıdır. Tarikat da, insan-ı kâmil yetiştirmek için Kur’an ve sünnet esaslarına bağlı olarak çalışmalar yapan ve müntesiplerini bu doğrultuda eğitmeyi amaçlayan dinî, aynı zamanda sosyal görevler de üstlenen kurumlardır.(1)
Konu ile ilgili diğer bir tabir de tasavvuf tabiridir. Bütün tasavvufî eserlerde tasavvufun gayesinin, insan-ı kâmil denilen ve arzu edilen mükemmel varlığı yetiştirmek olduğu, ifade edilmektedir. Bu sebeple hankâh, tekke ve zaviyeler edebiyatta, mûsikîde, ahlâkta, edepte ve hizmette en üstün noktaya ulaşmak, hedeflenen gayeye erişmek için geniş Osmanlı topraklarında kurulan dinî ve sosyal müesseselerdir.
Tasavvufun kapsamlı bir tarifini yapmak mümkün değildir. Mutasavvıflar tasavvufu, çok farklı şekillerde tarif etmişlerdir. Bu konuda, yüzün üzerinde tarife rastlamak mümkündür.
Ma’rufu Kerhi’ye göre tasavvuf, “Gerçekleri almak, mahlûkatın elinde olan şeylere gönül bağlamamaktır.”
Cüneyd-i Bağdadî’ye göre, “Tasavvuf, masivadan (Allah’tan) gayri ile alâkayı keserek Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır.”
Başka bir tarife göre, “Tasavvuf emeli ihmal ve amele (ibadet ve taata) devam etmektir.”
İstanbul’da Olanlar Tekkesi Şeyhi İbrahim Efendi de tasavvufu uzun bir şiirle açıklamaya çalışır. Bu uzun şiirin ilk beyti şöyledir:
Bidayette tasavvuf sôfî bîcan olmağa derler
Nihayette gönül tahtında sultan olmağa derler.
Yani şeyh efendinin ifade ettiği gibi dervişlik, gönül işidir, hırka ve taç işi değildir.
Tekke, tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına ve âyin icra etmelerine mahsus yerlere verilen addır. Aslı Farsça, tekyeden gelmektedir. Günümüzde tekke olarak kullanılmaktadır. Kelime manası, dayanma, dayanılacak yer demektir. Ufak farklılıklarla tekke, zaviye hangâh ve dergâh hep aynı anlam ve amaçla kullanılmıştır.
Zaviye de Arapça köşe, bucak veya küçük oda anlamında yine tarikat faaliyetlerinin yürütüldüğü yerlerdir. Genelde tekkenin küçüğüne zaviye adı verilmiştir. Zaviye şeyhlerine zaviyedâr, dervişlere de, zaviyede oturan anlamında zaviyenişîn denilmiştir. Şeyhler için postnişîn tabiri de kullanılmıştır.(2)
Tarikatlarda önceleri tarikat şeyhinin evi etrafında, mescit. aşhane, semahane veya zikir âyinlerinin ifa edildiği odalarla, derviş hücreleri ve misafirhane gibi mekanlar meydana gelmiştir.
İslâm geleneğinde, büyük şahsiyetler ve tarikat şeyhleri vefat ettikleri yerlere defnedilmiş ve böylece yukarıda saydığımız mekanlara türbeler de eklenmiştir. Genellikle bütün bu binalar bir avlu içerisindedir. Bunlar aynı zamanda vakıf müesseselerdir. (3)
Zaman içerisinde bilhassa zaviyeler, küçük yerleşim alanlarına ve yol kenarlarına varıncaya kadar her yere kurulmuş, buralar asırlarca gezgin dervişler için konaklama yeri görevi de ifa etmişlerdir. Ahi Zaviyeleri ise asırlar boyu, aynı zamanda meslekî teşekküller olarak faaliyet göstermiştir. Yabancı seyyahlar eserlerinde bu zaviyelerden sitayişle bahsederler.
Zaviyelerin çoğu, kerpiç veya ahşap olarak inşa edilmiş basit binalardır. Bu sebeple bunların bir kısmı Osmanlı’nın sonlarına doğru, kendiliklerinden yıkılıp yok olmuşlardır.
Bu yapılar, birer eğitim müessesesi olması yanında, asırlarca Anadolu’nun fethinde ve Balkanların İslâmlaştırılmasında önemli rol oynamışlardır. (4) Tekke ve zaviyelerin Millî Mücadele dönemindeki faaliyetleri de inkâr edilemez. Yıkılmaya yüz tuttuğu bu dönemde bile büyük hizmet ifa etmişlerdir.(5)
Farsça “kapı, kapı eşiği, kapı dibi, eşik yanı” gibi anlamlara gelen âsitân kelimesinden üretilen âsitâne de, tarikat kolunun merkezleri olan tekkeler için kullanılmıştır. Bunlara dergâh da denilmiştir. Âsitâneler tekkelere nispetle çok daha teşkilâtlı teşekküllerdir.
Bunlar genellikle merkezî oldukları tarikatın veya kolun, kurucusu mutasavvıfların türbelerini de barındırdıkları için, âsitânelere pîr evi, makam-ı pîr, âsitâne-i pîr adları da verilmiştir. Mevlâna Dergâhı örneğinde olduğu gibi.
Mevlevî ıstılâhatında çile çıkarılan , matbahı olan yerlere âsitâne denilmiştir. Zaviyelerde oturma, çile çekme sayılmaz. (6)
Hanikâh ise, tarikat müesseselerinin merkezi yerinde kullanılmıştır. Tekke ve zaviyelerin maddî ve manevî ihtiyaçları bağlı bulundukları hankâhlar tarafından karşılanmıştır. Geniş anlamda bu müesseseler aynı zamanda imaret görevi de üstlenen sosyal şefkat müessesleridir. Konya’da pek çok da hankâh bulunduğu görülmektedir.
Tatbikatta tekke ve zaviye tabirleri, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Konya Şeriye Sicillerinde bazen tekye yerine zaviye, zaviye yerine tekye, hatta dergah yerine bile zaviye tabirinin kullanıldığı görülmektedir.
Âsitanelerden zaviyelere varıncaya kadar, bütün kurumlara, buralarda çalışanların ücretlerini, kalanların ibate ve iaşelerini, diğer bütün giderlerini karşılamak, gerektiğinde tamirlerinin yapılmasında kullanılmak üzere bunlara, gelir getiren zengin vakıflar tesis edilmiştir. Araştırmamız sırasında vakfı olmayan zaviyeye rastlamadık. Bunların kendilerinin de vakıf kurumlar olduğu unutulmamalıdır.
Genelde zaviyeler bir bahçe veya avlu içerisinde, ihtiyacı karşılayacak şekilde, müştemilâtı olan, bir veya birkaç odadan müteşekkil kuruluşlardır. Yukarıda ifade edildiği şekilde, çoğu zaman zaviyenin yanında, zaviyenin adını taşıdığı zatın veya o zaviyenin ileri gelen şeyhlerinden birisinin türbesi bulunur. Konya’da zaviyesi yok olduğu halde, türbesi hâlâ ayakta olan pek çok yapı mevcuttur. Bunların hepsinin örnekleri ileride görülecektir.
Tekke ve zaviyelerin faaliyette bulunduğu dönemleri yaşayan Mustafa Ataman merhum, tekke ve zaviyelerin faaliyetleri ile ilgili olarak şu bilgileri verir:
“ Çocukluk yaşımın sonları, gençlik çağımın başları, masum bir yaşayış içinde bulunmanın tesiri ile o senelerdeki tekkelerdeki terbiye ve âdap, yapılan zikirler ile çok güzel sesli zâkirler tarafından okunan ilâhi ve naatlar beni âdeta mestederdi. Çünkü hepsinde ihlas, samimiyet, hüsn-i niyet ve nihayet Cenab-ı Hakk’ın rızasını tahsil, lütuf ve keremine nâil olabilme maksat ve ümidi vardı. Müritler arasında her çeşit insan olur, esnafı, memuru, askeri vesairesi bulunurdu.
Zikrin sona ermesi üzerine gidenler gider, isteyen kalır, şeyh ile yapılan sohbeti takip eder, manevî haz duyardı.
O zamanlar Mevlevîlikten başka Konya’da dört ayrı tekke vardı. İkisinde Kadirî, birinde Nakşî, diğerinde Rufaî usulü üzere zikir yapılırdı.
Birisi şimdiki Hakimiyeti Milliye İlkokulu’nun kuzey köşesinde olup adı “Yağlıtaş Tekkesi” idi etrafı kabristandı. Şeyhi Çerezci Mustafa Efendi idi.
Diğeri hâlen Kızılay tarafından hastane olarak kullanılan, eski Buğday Pazarı civarında oldukça geniş mezarlığın ortasında bir cami ve külliyesi ki, adına Misk-i Emir denirdi. Şeyhi de Mehmet Efendi adında bir zattı.
Üçüncüsü Uluğbey mahallesi, Gazezler Camii yanındaki Gazezler Tekkesi idi. Burada Nakşî zikri yapılırdı. Şeyhi de Sıtkı Efendi idi. Bu zat aynı zamanda hakkâklık yani mühürcülük yapardı.
Dördüncü tekke eski doğumevi (Şimdi İl Sağlık Müdürlüğü) kuzey tarafında Ebu İshak Kazerûnî Tekkesi idi. Bu tekke Rufaî tekkesi idi. Tekkenin şeyhi, Süleyman Efendi adında Boşnak veya Arnavut bir zattı. Bu tekkede zikir sırasında vücutlarına şiş sokarlardı.
Bu tekkelerde ayrı ayrı zikir âyinleri yapılırdı. Bu zikirlere diğer tekke şeyhleri de katılırdı. Büyük bir âhenk ve kaynaşma vardı. Hurmeten zikri misafir şeyh idare ederdi.
Genellikle tekke ve zavilerde levhalar arasında “Edep Ya Hu” levhası göze çarpardı. Tasavvuf yolunda edebin büyük önemi vardı. Onun için:
İlim meclislerinde aradım kıldım talep,
İlim geridedir, illâ edep, illâ edep!...
Beyti boşuna söylenmemiştir.” (7)
Türkiye’de tekke ve zaviyeler 30 Kasım 1341/1925 tarih ve 677 Sayılı Kanunla kapatılmıştır. Türkiye ve Türk aydını tekke ve zaviyeleri, bu müesseselerin ehliyetsiz insanların elinde kaldığı ve pek çok aşırılıklar içinde bocaladığı, bozulmuş haliyle tanımıştır.
Ahmet Altan’ın tekke ve zaviyelerle ilgili bir tespiti son derece ilgi çekicidir. O bu tespitinde şöyle der: “Tekke ve zaviyelerin kapatılması, kent dindarlığını yok etti. Dünyada Müslümanlık Şeyh Galip’ten, Talibana geriledi. Müslümanlığı bir kültür olarak algılıyorsak, bu kültürün tekke ve zaviyelerin, Osmanlı’da kendini bulan başka bir estetiği ve bir kentliği söz konusuydu.” (8)
Pek çok zaviye, bakımsızlık ve memleketin içinde bulunduğu savaşlar ve ekonomik buhran sebebiyle Cumhuriyet dönemine intikâl edememiş, çoğu bakımsızlıktan yıkılıp gitmiştir. Büyük bir bölümü de Cumhuriyet döneminde yok olmuştur.
Konya’da tespit ettiğimiz yüz civarında tekke ve zaviye günümüzde artık mevcut değildir. Bunlardan sadece seksenli yılların sonlarında restore edilen Ebu İshak Kazerûnî Zaviyesi ile Selçuklu döneminden kalma Sahibata Hangâhı zamanımızı intikâl edebilmiştir. Ebu İshak Kazerûnî zaviyesi halen kütüphane olarak kullanılmaktadır.
Yukarıda da izah ettiğimiz şekilde, dergâh, tekke ve zaviyelerin sadece tasavvufî maksatlarla kullanıldığı zannedilir. Tatbikatta ve Konya Şer’iye Sicilleri üzerinde yaptığımız uzun araştırmalarımızda bu müesseselerin, zaman içerisinde ihtiyaca göre, eğitim ve sosyal maksatlarla da kullanıldığı görülmektedir. İstanbul’da Okçular Tekkesi’nde olduğu gibi, Konya’da da Güreşçiler Tekkesi, güreş sporunun gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Asırlar boyu nice şair, hattat, sanatkâr, ilim-irfan sahibi insan dergâhlarda yetişmiştir. Buraların hepsi, birer mektep, medrese ve sanat evi gibidir. Tekke Edebiyatı da bu hayatın bir ürünü değil midir?
Meselâ Şeyh Rasül Zaviyesi hem zaviye, hem de medrese olarak kullanılmıştır. Bu zaviyeye hem müderris hem de zaviyedar tayin edilmiştir. (9)
Konya’da İmam-ı Bagavî Zaviyesi de aynı zamanda sibyan mektebi olarak kullanılmıştır. Bu zaviyeye Hafız Mustafa Efendi adında bir zat, günde beş akça ile hem zaviyedar, hem de muallim olarak tayin edilmiştir. (10) Maalesef bugün, yok olan pek çok zaviyenin yerini bile bilemiyoruz. Zaviyelerlerle birlikte yanında, zaviyenin şeyh veya kurucusuna ait türbelerin büyük bir bölümü de yok olmuştur.
Selçuk Es, İmam-ı Bağavî Zaviye ve Türbesinin Sadreddin-i Konevi Sokağının başında, Kara Yolları Lojmanlarının köşesinde olduğunu, harap haliyle hatırladığını, bina tamamen kaldırıldıktan sonra kabir taşının, Sadreddin-i Konevî Türbesi yanına kaldırıldığını söyler. Bu taş hâlâ oradadır (11) Biz bu taşın kabrin naklinden sonra, yazıldığını tahmin ediyoruz. Kabrin de İmam-ı Bagavîye ait olması mümkün değildir. Kabrin zaviyenin şeyhlerinden birine ait olması gerekir. • Devam edecek
Dipnotlar
Dr. Haşim Karpuz, “Konya’da Selçuklu ve Osmanlı Tarikat yapıları”, Türk Tarih Konferansı, Kon1. feransta Sunulan Bildiriler, Ankara 2005, s. 457.
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1946, tekke mad2. desi.
Karpuz, a.g. bildiri, s. 458.3.
AnaBiritanıka, Zaviye maddesi.4.
Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergâh yayınları, İstanbul 1977, 5. s.152.
TDV Ansiklopedisi.6.
M. Ali Uz, 75. Basın yılında Mustafa Ataman, Konya 1997, s.50-51. 7.
Ahmet Altan, “Siyasî Değil Tarihsel Bir Kriz Yaşıyoruz” (Röportaj, Ali Ayçil), Mostar, 29 Temmuz 8. 2007, s. 51.
K.Ş.S. C.7, s.170, 1054 Recep (1644) tarihli berat.9.
K.Ş.S. C. 49, s. 279, 1136 Safer (1724) tarihli berat.10.
Selçuk Es, Büyük Konya Ansiklopedisi notları.