Online :
1
Bugün :
50
Toplam :
216602

Yok Olan Hatıralar

Cilt:7 , Sayı:37

Konya’da yok olan tarihî doku gibi hatıralar da kayboldu. Giden hatıraları ile birlikte gidiyor. Hatıraları yazıya geçirmek gibi bir alışkanlığımız yok.
Türbe Önü, Muvakkithane, diğer adıyla Saathane bir zamanlar Konya’nın nabzının attığı, hatıralar yumağının oluştuğu yerdi. Bugün ne eski Türbe Önü, ne Sultan Selim İmareti, ne Başaralılar Konağı ve ne de Saathane kaldı. Bu arada Türbe Hamamı da yerle bir edildi. Bütün bu tarihi doku, yol ve meydan açma hevesine kurban edildi. Neticede geçen 50-60 yıl içerisinde çok şey değişti.

Öğrencilik yıllarını Saathane’de geçiren, buranın bir odasında yatıp kalkan,
Konya’nın tanınmış hocalarına burada hizmet eden, pek çok olay ve hatıraya
tanık olan Şükrü Bağrıaçık Hoca ile bir sohbet gerçekleştirdik.
Şükrü Hoca şimdi yetmiş beş yaşlarında, altmış yılın olaylarını teferruatıyla hatırlayan sağlıklı ve sağlam bir hafızaya malik.
Şükrü Bağrıaçık Hocanın bir özelliği daha var. O da elli yıldan beri Kapı Camii öğle mukabelesinde baş hafızlık yapması ve Konya’nın pek çok meşhur hafızını dinlemiş olmasıdır. Bunların pek çoğu artık hayatta değil.
Hatıralar kaleme alınmadığı için, daha önceki bir elli yılda, Kapı Camii’nde İslâm’ın bu önemli mukabele geleneğini kimlerin gerçekleştirdiğini bilemiyoruz.
Kırklı yıllardan itibaren, ileride anlatacağımız
şekilde Saathane bir taraftan asli görevini
ifa ederken, bir taraftan da, Sultan Selim
Camii Baş İmamı Şükrü Efendi, öğleye kadar burada talebe okutmuş ve hafız yetiştirmiştir.
O dönemde Saathane, Konya’da öğleden sonra, dönemin hocalarının yegane uğrak ve sohbet yeridir de.
Konya’da Kur’an öğretimi deyince akla beş isim gelir. Bunlar, son altmış-yetmiş yıla damgasını vuran insanlardır. Bu isimler, Hacı Haydar Efendi, Postalcı Hacı Rahim Efendi, Hakkı Özçimi, Sultan Selim Camii Baş İmamı Şükrü (Özaydın) Efendi ve Ağazade
Osman Efendidir. Bunların Kur’ân’a ve İslâm’a hizmetleri çok büyük olmuştur. Şükrü
Efendi de zamanının kurralarındandır.

Çimili Hakkı Hoca, başlı başına bir ekoldür. O, Derbentli Mustafa Efendinin ifadesiyle âdeta bir hafız fabrikasıdır. Hepsini rahmet ve minnetle anıyorum.
Şükrü Efendi, sabah namazını kıldırdıktan sonra Saathane’ye gelir, sigara ile bir bardak çay içer, sonra diz üstü oturarak öğleye kadar aç susuz talebelerini
dinler. Oturuş şeklini hiç değiştirmez. Bu ne sabır ve ne büyük saygı. Bu hizmeti karşılığında hiçbir maddi menfaati de yoktur.
Şükrü Efendi, talebenin çokluğundan üç öğrenciyi aynı anda dinler, hiç birinin hatasını kaçırmaz. Kadim dostlarımızdan ve arkadaşlarımızdan Mehmet
Ali Aldur anlatır. Şükrü Efendide okurken bir gün, o günkü ezberini hazırlayamamış. Kalfalardan birinde okumayı kurarken hocanın gözü Aldur’a takılmış. “Gel buraya otur, oku” demiş. Ezberinden birkaç âyet okuyunca, Şükrü Efendi, “Sen burayı dün okumamış mıydın?” diye sormuş. Yalan söylemek
ne mümkün. Arkadaşımız utana, sıkıla “Evet” deyince, Şükrü Efendi “Eğil” demiş. Hocanın kulak çekmesi ile tokadı meşhurmuş. Hoca, dostumuzun
kulağını öyle bir çekmiş ki, yıldızları saydırmış.
“Şimdi git, yarın iki dersini de birlikte okuyacaksın” demiş. Öğrencisi kapıdan çıkmak üzere iken hocası, “Gel buraya, öbür kulağını da uzat” demiş yavaşça bu kulağını da çekikten sonra, “Bu kulağını neden çektim biliyor musun?”
diye sormuş. Öğrencisi de “Bilmiyorum” deyince, “Kulağıyın biri uzun, biri kısa olmasın, sonra kızlar beğenmez, diye çektim” diye takılmış. Belki de böylece öğrencisinin gönlünü almak istemiştir. Hocanın bir tokadı ile ilgili hatırayı da ileride anlatacağız.
Demek ki Şükrü Efendi, onlarca talebesinin bir gün önce hangi sayfayı okuduğunu bile kaçırmayacak kadar dikkatli.
Şükrü Bağrıaçık Hoca ile sohbetimizde hayatını, Türbe Önü’nün tarihi dokusunu Saathane’yi ve Saathane hatıralarını ve burada tanıdığı dönemin önemli şahsiyetlerini, son olarak da elli yılda, Kapı Camii’nde öğle mukabelesinde
baş hafız olarak dinlediği tanınmış hafızları konuştuk. Şükrü Bağrıaçık
hocanın bir özelliği de onun, Hacı Veyiszade Hocanın İmam-Hadip okulu dışında, 8-10 talebesinden birisi olması ve hoca efendiden feyz almasıdır. İslâm’da mukabele geleneğinin nasıl başladığını da Halit Güler dostumuzun kaleminden sunacağız. Bu arada Şükrü (Özaydın) Efendinin ilim hayatına da kısaca bir göz atacağız.
Geleceğe bilgi ve hatıra kırıntıları bırakabilirsek kendimizi bahtiyar sayacağız.

Altmış Yıl Önce Türbe Önü’ndeki
Tarihî Doku ve Saathane

Konuya girmeden önce, Şükrü Bağrıaçık Hocanın kısaca hayatına bir göz atalım.
Şükrü Hoca, 1933 yılında Ağrıs (Sağlık) kasabasında ailenin sekiz çocuğunun
beşincisi olarak dünyaya gelmiş.
Küçük yaşlarda Kur’an-ı Kerim tahsiline köyünde başlamış. İlk hocası da köyün eğitmeni imiş. Hafızlığa da Kızılören’de halasının kocası yani eniştesinde
başlamış.
1945 yılı sonlarına doğru, 12-13 yaşlarında iken Konya’ya gelmiş. Bir yıl kadar Bulgur Tekkesi’nde okumuş. Daha sonra da Şükrü (Özaydın) Efendide hafızlığa devam etmiş.
Bu sıralarda Şükrü Hoca imamlık yapacak durumdadır, aylık 15 lira ücretle
Binari Mahallesi mescidini kıldırır. Bu mescit Fuar’ın ana giriş kapısınınhemen solundadır. Mescidin güneyinde de küçük bir kabristan
vardır. Bu tarihi mescit maalesef sonradan
fuar yapılırken kaldırılmıştır. Mahalleli,
hocanın bir yıllık hizmeti karşılığında
2-3 aylık ücretini
ancak ödeyebilmiştir.
Serde öğrencilik ve fakirlik olunca çile kaçınılmazdır. Şükrü Hoca bu mescidi
kıldırırken mahalle
halkından Kınacı
Mehmet Ağa adında bir zatın ahır sekisinde kalır. Ahır sekisi, insanlarla hayvanların bir arada kalıkları yerdir. İnsanlarla hayvanlar biri birinin sıcağından
istifade eder. Seki, hayvanların kaldığı yerden biraz yüksekçedir.
Şükrü Bağrıaçık Hoca 1948 yılından itibaren Muvakkithane’nin küçük bir odasında kalmaya başlar. Burada öğleye kadar hafızlığa çalışırken, öğleden sonra da zamanın Konya hocalarının uğrak yeri olan Muvakkithane’de onlara hizmet eder. Bu arada pek çok din adamını tanıma fırsatı bulur. Hocalar burada
çay içer ve tatlı sohbetlerde bulunurlar. Malayane konuşulur diye, Saathaneye
hemen hemen uğrmayan tek insan, Hacı Veyiszade Mustafa Efendidir.
Şükrü Hoca, daha sonra Hacı Hasanbaşı’nda Taşbaşlı Hacı Ali Efendi Mescidi ile Biçyimez’de Bankır’ın mescidi denilen mescitte imamlık yapar.
İlk hatimle namazı Hacı Veyiszade Efendinin evinin yanındaki mescitte kıldırır. İki yıla yakın burada görev yapar. Sonra Işkalaman’daki büyük camiye kadrolu olarak müezzinlik görevine başlar. Askerden sonra da bu resmî görevi Tahtatepen Camii’ne nakledilir. Şükrü Hoca burada, 40 yıl görevde kalır. Belviranlı
Kaşıkçı İsmail Efendinin vefatından sonra bu caminin imam-hatiplik görevine getirilir. Buradan emekli olur.
Şükrü Hoca ilkokul diplomasını Kadınhanı’nda dışarıdan imtihana girerek
alır.
O tarihlerde Dergâh’a bitişik Selimiye İmareti, Dumlupınar İlk Okulu, Başaralı Konağı ve Türbe Hamamı ayaktadır. Selimiye İmareti o yıllarda Kızılay
Aşevi olarak hizmetini sürdürmektedir. Üçler Kabristanı’nın tam köşesinde
belediyeye ait tütsühane vardı. Tarihî doku bütün ihtişamıyla ayaktadır.
Okulla konak arasında iki tekerlekli tanzifat arabaları vardır. Saathaneden bunların arka arkaya gidişlerini seyreden Şükrü Hoca, “Kaç defa saydım, sayıları
on yedi idi. Bunlar her sabah arka arkaya çıkarak şehrin çöpünü toplamaya giderdi”der.
O dönemlerde şimdiki Balıkçılar Oteli’nin yerindeki bina da Askeri Hastane,
alt kattaki hamama bakan dükkanlar da ahır olarak kullanılmaktadır.
Saathane’nin bitişiğinde Avcı’nın Mevlüt Ağa’nın bisikletçi dükkanı, onun bitişiğinde de Mustafa ve Mehmet Nişancı kardeşlerin esnaf çay ocağı vardır. Saathane’ye çay bu çay ocağından gelir.

Osmanlı’da Muvakkithaneler

Muvakkithane vaktin tayinine yarayan saat gibi âletlerin bulunduğu yerler hakkında kullanılan bir tabirdir. Halk arasında buralara saathane de denilir. Saatlerin
tanzim ve bunların ayarlarına ve tamirlerine bakan memurlara da muvakkit adı verilir.
Osman Ergin, muvakkithaneleri imaretlerin bir parçası gibi gösterir. Demek ki, muvakkithaneler imaret ve cami yakınlarında veya cami köşelerinde kurulan müesseselerdir. Buralarda, saatlerden başka usturlap, rubu’ tahtası, pusula ve kıblenüma
gibi âletler de bulunur. Güneş saatleri de bunlar tarafından yapılır. Muvakkitler
bu âletlerin de tamir ve bakımları ile uğraşırlar. Bu âletleri kullanabilmek için muvakkidin az çok hesap, hendese ve cebir gibi ilimleri bilmesi gerekir. Muvakitlerin,
astrominin gelişmesinde büyük hizmetleri olmuştur.
Ben ilk defa usturlabı ellili yıllarda Konya Müftüsü Abdullah Ulubay Hocaya babamla birlikte gittiğimiz bir bayram ziyaretinde, onun evinde görmüş ve hoca efendi o gün, usturlapla ilgili uzun bilgiler vermişti.
Abdullah Ulubay Hoca, gerçekten hem din, hem de fen ilimlerine âşina, büyük
bir ilim adamı idi.
Muvakkithaneler, Osmanlı döneminde küçük birer rasathane durumundadır. Yukarıda bahsettiğimiz âletlerin kullanılması son derece önemlidir. Osmanlı döneminde
muvakkithane ve rasathaneler büyük gelişme göstermiştir. Bu sebeple Osmanlı
döneminde inşa edilen camilerde kıbleden inhiraf söz konusu değilken, Selçuklu döneminden kalma pek çok cami ve mescitte mihraplar sağlıklı değildir. Konya’da Alâeddin Camii, Erdemşah ve Beşarebey mescidinde mihrap biraz batıya
dönüktür.
Demek ki kırklı yıllardan itibaren Konya’daki Saathane bir taraftan kendi görevini
ifa ederken, diğer taraftan da Kur’an kursu ve hocaların buluşma yeri gibi görevler de ifa etmiştir.
Konya’da iftar ve sahur vakitleri muvakkithane de tespit edilir, Sultan Selim Camii minaresinden atılan fişekle beraber, Alâeddin tepesindeki meşhur ramazan topu ateşlenirdi. Bu uygulama uzun yıllar devam etmişir. Selçuk Es’in de ifade ettiği
şekilde o dönemde muvakkit, Saatçi Ali Efedidir. Ramazanlarda fişeği bizzat Ali Efendi patlatırmış.
Şükrü (Özaydın) Hocanın Muvakkithane’de talebesi o kadar çoktur ki, girişte
de ifade ettiğimiz gibi, üç öğrencisini aynı anda dinler.
Şükrü Bağrıaçık Hoca burada pek çok hatıraya ve olaya tanık olur, Konya’nın tanınmış kalburüstü âlimlerini de burada tanır. Yukarıda Hocanın kulak çekmesi yanında, tokadının da meşhur olduğunu ifade etmiştik. Tokatla ilgili bir anısı şöyledir:
Bir arkadaşları Şükrü Hocanın
önüne oturur ve o gün dersi olan Necm suresini okuyacaktır. Sureye “ennecmi” diye başlar. Hoca tekrar ettirir, öğrencisi hep sureyi aynı şekilde okumaya devam
eder. Hoca bu sefer öğrencisinin
önüne Kur’an-ı Kerim’i uzatır.
Öğrenci okumaya yine “ennecmi”
diye başlamaz mı? Hocanın artık sabrı tükenmiştir. Öğrencisine
okkalı bir Osmanlı tokadı atar. Talebe, tokat sonrasını arkadaşlarına
şöyle anlatır: “Tokadı yiyince gözümün önü açılıverdi. Meğer, ‘ennecmi’nin önünde koskoca bir vov varmış” der.

Şükrü Bağrıaçık Hocanın Tanıdığı
Din Adamları

1940-1960 yılları arası, Osmanlı döneminde yetişen hocaları kaybettiğimiz
yıllardır. Bu yıllar âdeta bir yaprak dökümü gibidir.
Şükrü Bağrıaçık Hocanın tanıdığı hocaların büyük bir bölümünün hayatını “Baha Veled’den Günümüze Konya Âlimleri ve Velîleri” isimli eserimizde verdik. Maalesef bir bölümü hakkında bilgi ve belge bulamadığımız için de, onların biyoğrafilerine yer verememiştik.
Çoğu Osmanlı döneminde yetişen bu değerli insanları tanımak büyük
bir şans ve ayrıcalıktır. Herkese nasip olmaz.
Şükrü Bağrıaçık Hoca, öğrencilik yıllarında Konya’nın altmışa yakın seçkin hocasını tanıma fırsatı bulmuş. Doğum ve vefat tarihlerini de eklediğimiz hocaların bir bölümünün isimleri şöyle:
Müftü Hacı Ali Efendi (1873-1950),
Müftü Abdullah Ulubay (1878-1959),
Müsevvit Bülbül Hoca (1889-1954),
Fahri Kulu Hoca (1880-1950),
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi (1887-1960),
Müftü Mehmet Ulucan (1929-1981),
Kapı Camii İmamı Hacı Haydar Efendi (1863-1949),
Kurra Postalcızade Hacı Abdurrahim Efendi (1873-1954),
Müderris Hacı İsa (Bolay) Efendi (1880-1954),
Silleli Ali (Uca) Efendi (1913-1976),
Köse Tevfik Efendi (1877-1961),
Akşehirli Hacı Ahmet Efendi (1856-1955),
Kaplanzade Hacı Osman Efendi (1869-1955),
Midanlı Ali Efendi (1885-1955),
Kadir Şeyhin Ali (Ali sami Yücesoy) Efendi (1876-1960),
Eyvazzade Hacı Mustafa Efendi (1889-1950),
Alanyalı Mustafa Efendi (1868-1958),
Kaleci Osman (Oktaç) Efendi (1896-1962),
Mehmet Yümni Varol (1877-1965),
Kağnıcı Mehmet Hilmi Efendi (1876-1957),
Tahir Elliiki Hoca (1894-1955),
Şükrü (Özaydın)Efendi (1883-1957),
Mehmet Arısoy Dede (1875-1957),
Küçükköylü Hacı Ali Rıza Efendi (1887-1956),
Aksekili Hüseyin (Aksekibilgin) Efendi (1891-1960),
Ali İhsan (Özsoy) Efendi (Uyur Hoca) (1895-1980),
Çimili (Küçük Çimili) Ahmet Feyzi Efendi (1856-1952),
Hamdizade Hacı Ragıp Efendi (1857-1953)
Hakkı Özçimi (1901-1973),
Çiğilli Cemil Özçelik) Efendi (1902-1978),
Ağazade Hacı Osman (Koçbeker) Efendi (1899-1967),
Kuradan Amil Efendi (1880-1950)

Hacı Haki (İzler) Efendi (1887-1975),
Bulamaslı Hasan Efendi,
Batman Mustafa Efendi,
Sultan Selim Camii İmamı Küçük Hasan Efendi,
Muhaddis Mustafa Efendi,
Bakırcı Tevfik Efendi,
Sedirlerli Kerim Efendi,
Hamdi Rağıp Atademir,
Zekai Sarsılmaz,
İsmail Hakkı Belviranlı,
Yukarıdaki listede vefat tarihleri de verilen ve Osmanlı döneminde
yetişen 33 din adamımızdan 26’sı 1945-1962 yılları arasında
vefat etmiştir. Bu dönem gerçekten bir yaprak dökümü gibidir.
Zaman zaman sohbetlerimizde, Şükrü Bağrıaçık Hocadan, bu hocalarla ilgili bilgi aldık ve hatıralarını dinledik. Ondaki bu hatıra ve bilgilerin hepsi az-çok denmeden mutlaka yazıya geçirilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde artık bu zevatı tanıyan çok az insan kaldı.

Şükrü Bağrıaçık Hoca’dan
Birkaç Hatıra

Şükrü Hocadan zaman zaman pek çok hatıra dinledik ve naklettik. Bunlardan birkaçı şöyle:
Bir zamanlar Akşehirli Hacı Ahmet Efendi, Sultan Selim Camii kayyimi Ahmet Efendiye 50 lira borç vermiş. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen bu para Akşehirli Hocaya bir türlü geri ödenmemiş.
Bir cuma günü, Sultan Selim Camii’nde Akşehirli Hoca, tam minbere çıkacağı sırada merdivenlerdeki kilimin kırışıklıklarını
görünce, o kadar cemaatin içinde Hacı Veyiszade Hocanın
damadı müezzin Süleyman Efendiye, “Süleyman Efendi,
(kayyim Ahmet Efendiyi kastederek) bu adam bile bile mi yapıyor, ben şimdi nasıl çıkacağım?” diye bağırmış. Şükrü hoca camide bu olaya
aynen tanık olmuş.
Akşam üzeri Süleyman Efendi olayı Hacı Veyiszade Mustafa
Efendiye nakleder ve olayın esas bu alacak meselesinden kaynaklanmış olabileceğini söyler. Hoca Efendi, olanlara çok üzülür, cebinden bir elli lira çıkarır ve damadı Süleyman Efendiye şöyle der:
“- Bu olayı Allah zaten biliyor. İkimizden başka kimse bilmeyecek.
Bu elli lirayı götürüp Akşehirli Hocaya verecek ve ‘Hocam, Ahmet Efendi sizden utandığı için bu parayı benimle gönderdi’ diyeceksin” der.
Süleyman Efendi parayı götürüp Akşehirli Hocaya verir. Ve olaydan kimseye bahsetmez. Süleyman Efendi, Akşehirli Ahmet
Efendinin ve Hacı Veyiszade Hocanın vefatından sonra bu meselenin son kısmını da Şükrü Bağrıaçık Hocaya nakleder.
Yapılan fedakârlık kimsenin yapamayacağı bir incelik ve âli cenaplık
değil mi?
Başka bir hatıra da Selçuk Es’in arşivi ile ilgili.
Şükrü Bağrıaçık, talebesi olması dolayısıyla Şükrü Efendinin
aile fertlerinden birisi gibidir.
Selçuk Es, Şakir Efendinin damadıdır. Bilindiği gibi Selçuk
Es’in kitap ve arşivinin bir bölümü Koyunoğlu Müzesi’ne bir kısmı da vefatından sonra Selçuk Üniversitesi’ne bağışlanmıştı.
Selçuk Es’in vefatından sonra üç Anadol pikap evrak, koliler içerisinde hurdacıya verilmiştir. Şükrü Hoca bu olayı üzülerek anlatır.
Bakalım bu evraklar içerisinde araştırmacıların işine yarayacak
ne kıymetli vesikalar vardı.
Bir gün Hacı Veyis Hoca ile Hacı Veyiszade
Hocamız araba ile bir yere giderken birlikte yanlarındaki bir kitabı karıştırıyorlarmış.
Rüzgar kitabın içerisindeki küçük bir not parçasını uçuruvermiş. Hacı Veyis Efendi “Aman notu yakalayın” demiş. Arabadakilerden
bir-iki kişi notun arkasından koşmuş. Rüzgar notu ucurur, onlar peşinden
koşar. Sonunda notu yakalayıp Hacı Veyis Efendiye teslim ederler. Ehli için küçük
bir not bile, büyük ehemmiyeti haizdir.
Maalesef Selçuk Es’in vefatında başına gelenler, her araştırmacının başına gelmekte,
yıllarca bin bir emek ve masrafla biriktirilen
evraklar bir anda yok olmaktadır.
Başka bir Hatıra:
Selimiye Camii’nin iki imamı vardır. Şükrü Efendi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını
kıldırırken, öğle ve ikindi namazlarını da Mehmet Efendi adında bir zat kıldırırmış.
Bu zat şakacı ve nüktedan bir insanmış.
Şükrü Hoca bu zatla ilgili pek çok hatıra
nakletti. İkisi şöyle:
Mehmet Efendinin maaşı çok yüksekmiş. Türkiye’de sadece iki imamın
maaşı 150 lira imiş. Birisi de bu Mehmet Efendinin maaşı imiş. Hoca, “Ölsün diye gözüme bakan çok amma, kimse ümitlenmesin, kolay
kolay ölmem” dermiş.
Bir gün Hacı Haydar Efendi hasta iken, bu Mehmet Efendi, Şükrü Efendi ve bazı hocalar, hocayı
ziyarete gitmişler. Haydar Efendinin yanından
ayrılırken Mehmet Efendi, Hocanın elini tutmuş
ve “Aman hocam sık dişini, sakın öleyim deme. Öldüğünü aramam da, sıra bana gelir diye korkarım”
demiş. Hacı Haydar Efendi dâhil, orada bulunan
bütün hocalar bu lâtifeye gülmüşler.

Şükrü (Özaydın) Efendi
(Abdurrahman Şükrü Efendi)
(1299/1883-1957)

1299/1883 yılında Konya’da doğdu. Anne tarafından da, baba tarafından da asil bir aileye mensuptu. Babası Mehmet Arif Efendi,
baba dedesi ulemadan vilâyet meclis azası Hacı Abdurrahman Şükrü Efendidir. Bu dedesinin adını aldığı için, esas adı Abdurrahman
Şükrü’dür. Fakat halk arasında Şükrü Efendi olarak anılmıştır.
Anne tarafından da Bakkalzade Mehmet Efendinin torunudur.
Şükrü Efendi ilk tahsilini Durakfakı Sibyan Mektebinde tamamlamış, hıfzını bitirdikten sonra da Enes Efendinin derslerine devam ederek ondan icazet almıştır. Hocası Enes Efendi, tefsir ilminde otorite kabul edildiği gibi kıraat ilminde de ihtisası vardır. Şükrü Efendi hem medrese, hem de kıraat ilmini Enes Efendiden tamamlamış olabileceğini tahmin ediyorum.
Şükrü Efendi, medrese tahsilinden sonra Konya Dârülmuallimînini de bitirerek buradan da diploma almıştır. Dedemoğlu, Küçükköy ve muhtelif okullarda öğretmenlik yapan Şükrü Efendi, Piri Paşa Camii’nde imamlık, Alâeddin Camii’nde de hatiplik görevlerinde bulunmuştur.
Elimizdeki bir icazetnameden onun Sultan Selim Camii imam ve hatipliğine
getirildikten sonra, Ahmet Niyazi Efendi adında bir zattan aşere ve takrip okuduğunu öğreniyoruz.
Konya’da sevilip sayılan Şükrü Efendinin büyük hizmetleri olmuş, yukarıda
da ifade edildiği gibi, Saathane’de pek çok hafız yetiştirmiştir. Konya’da ilk sahur mukabelesini âdet hâline getiren de odur. Günümüzde
pek çok cami ve mescitte
sahur mukabelesi okunmaktadır.
Büyük dedesi tanınmış âlim-lerden Osman Efendi, Konya’ya Aydinın Yatağan kazasından geldiği
için soy adını Özaydın olarak
alır.
Şükrü Efendinin üç kızı bir oğlu olmuş. Kızlarından birisi bekârken 21 yaşlarında vefat etmiş.
Bir kızı, Hacı Rahimlerin Tevfik Efendinin eşidir. Diğer kızı da Selçuk Es’in eşi idi. Oğlu da bekâr olarak İstanbul’da vefat etmiş.
1957 yılında vefat eden Şükrü
Efendi, Üçler Kabristanında metfundur. Bu münasebetle merhumu
rahmet ve minnetle anıyoruz.

Telif Hakkı. Mehmet Ali UZ © 2007. Tüm Hakları Saklıdır.
Bilgi Rehber